Ragnar 'ın dilinden, ''Doğu Akdeniz Denkleminde Libya...''
Libya meselesi, Türkiye’nin gündemine bir anda oturan bir konu değil. Öncelikle herkesin bu konuda mutabık kalması lazım. 2010’da tüm Ortadoğu coğrafyasında Arap Baharı patlak verdiğinde Libya da bundan en çok etkilenen ülkelerin başında geliyordu.
40 yıla dayanan Kaddafi diktatörlüğünün devrilmesi ülkede büyük bir otorite boşluğu bırakmıştı. Özellikle de Kaddafi’nin akıbeti tüm dünyada şok etkisi yaratmıştı. Bu olaylarda gözden kaçan ama daha sonra dikkat çeken bir detay vardı.
Burada bahsettiğimiz şahıs şu an Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) elinden Trablus’u almak için uğraşan Hafter’den başkası değil. Libya’daki iç savaşı anlamak için Hafter’in kim olduğuna bakmak önemli. Hafter, Kaddafi’nin otoritesini kurduğu zamanlarda çok güvendiği ve yanında tuttuğu önemli askerlerindendi.
Bunun en büyük sebebi darbeyi yaptığı sırada Hafter’in Kaddafi’nin yanında durmasıdır. Ama bu birliktelik çok uzun sürmeyecek ve Libya’nın tarihinde büyük bir hezimet olan, tarihe ‘Toyota Savaşı’ olarak geçen savaşta Çad’a karşı alınan ağır mağlubiyet ile Hafter’in prestiji büyük bir zarar görecek ve Kaddafi tarafından hain ilan edilecektir.
Savaşta esir düşen Hafter, Libya’ya adım atması mümkün olamayacağı için, Amerika’ya götürülmüştür. CIA ile de bağlantılı olan Hafter, tam 20 yıl boyunca burada kaldı. Yazının başında bahsettiğimiz Arap Baharı ile birlikte Hafter, kaçak yollarla Libya’ya giriş yapmış ve Kaddafi’ye yapılan ayaklanmada rol almıştır. Kaddafi devrildikten sonra kurulan hükümet tarafından yargılanması gündeme geldi.
Bunun sebebi Hafter’in Kaddafi döneminde yapılan işler ve suçlardan yargılanmasının gündeme gelmesidir. Bunun sonucunda Hafter 2014 yılına kadar ortadan kayboldu. Libya İç Savaşı’nın Türkiye’yi ilgilendiren kısmına gelelim. Libya’daki istikrarsız ortamdan yararlanan Yunanistan, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanını bu bahane ile Libya’ya ait 39.000 kilometre karelik alanı Libya’dan gasp etmiştir.
Bu gelişme ile Yunanistan, bölgede büyük bir avantaj sağlamıştır. Yunanistan’ın bu hamlesi sırasında Hafter tekrar Libya’ya dönmüş ve ikinci kez iç savaş başlamıştır. Hafter ve ordusu Libya’nın doğusunda büyük kazanımlar elde etmiş ve Bingazi dahil önemli yerlerde kontrol sağlamıştır.
Türkiye ise hem Yunanistan'ın bu hareketinden rahatsız hem de Hafter’in Libya’da böyle büyük kazanımlar sağlamasından. BM tarafından tanınan ve meşru sayılan UMH’yi destekleyen Türkiye, bu durumlara karşı önlem almaya başlamış ve UMH ile MEB anlaşması yapabilmek için görüşmelere başlamıştır.
Bu görüşmeleri yaparken aynı zamanda UMH’nin, Libya’da, Hafter’e karşı varlık göstermesi için gerekli desteği sağlamaya başlamıştır. Zaman geçtikçe Türkiye’nin bu desteği artmış, İHA/SİHA ve taktiksel zırhlı araç desteğine kadar gelmiştir.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 5 Kasım 2018’de Libya’ya yaptığı ziyaret ile süreç hızlanmış ve görüşmede Akar deniz yetki alanları ile alakalı haritalar sunmuştur. Bu süreç 29 Kasım 2019 tarihindeki, Türkiye ile Libya arasında imzalanan, MEB anlaşmasına kadar gelmiştir. Yunanistan’ın illegal şekilde yaptığı hamle boşa çıkarılmıştır.
Ancak durum bundan ibaret değildir. İç savaş devam ediyor ve Hafter 2019’un başından beri Trablus’u almak için büyük bir çaba sarf ediyor. Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Rusya ve Fransa Hafter’e açık bir şekilde halen destek veriyor. Türkiye açısından bir diğer sıkıntı ise Doğu Akdeniz’de Yunanistan-GKRY-İsrail-Mısır ittifakı kurulmuş ve daha geçtiğimiz günlerde Yunanistan, GKRY ve İsrail EastMed anlaşmasını imzalamıştır.
İşte tam bu noktada Türkiye, UMH’nin davet mektubu ile Libya’ya asker gönderme kararı aldı ve tezkereyi meclisten geçirdi. Libya meselesinin aşağı yukarı tarihi perspektifi bu yöndedir. Bu noktada geçmişte yapılan hatalar ile ilgili eleştirilerinizde haklı olabilirsiniz.
Aynı Suriye meselesinde olduğu gibi belki bazı durumlarda farklı reaksiyonlar gösterilebilirdi. Ya da MEB anlaşması daha önceden de ilan edilebilirdi. Bölge ülkeleri ile olan ikili ilişkiler -bana göre- İsrail dışında pek düzelecek gibi durmuyor. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yalnızlığı öngörülen bir durumdu.
Ancak ben yine de EastMed anlaşmasının Türkiye olmadan yürüyemeyeceğini düşünüyorum. İlerleyen dönemlerde buna dair emareler görebiliriz. Özellikle TSK’nın Libya’da göstereceği başarı ile bunun kaçınılmaz olacağını da söyleyebiliriz.
Zaten bir süre önce mülakat veren bir Türk yetkili buna sıcak baktıklarını ve İsrail ile kontakt halinde olduklarını belirtmişti. Bir kapanış yapmak gerekirse, Türkiye, Doğu Akdeniz’deki sıkışıklığı kabul etmeyecek ve buna karşı koyacak kudrettedir.
İlla ki Hafter ve onu destekleyen devletler boş durmayacak ve vites arttırmaya çalışacaktır. Ama biz devletimize ve ordumuza güveniyoruz. Ek olarak Libya’da TSK’nın hareket kabiliyetini arttırmak için ise Tunus ve Cezayir ile diplomatik görüşmeler devam etmektedir.
Son olarak, Türkiye’nin misyonu Trablus'u korumaktır yani bir diğer anlamı ile MEB anlaşmasını koruyup, Doğu Akdeniz’de dayatılana karşı koymaktır.